10 Üzerinden 10 verilen filmin sinema.com tarafından yorumu, yazar hiçbir yerde
raslatmadığım öğelere değinip, bize film hakkında yeni bilgiler veriyor. Filme
doğru bir açıdan baktığını düşünüyorum
Kimler izlemeli?
# Korkunun alt
türlerine hakim olanlar.
# Korku türünün postmodernleştirilmesine karşı
olmayanlar.
# Tür kırması filmlerden keyif alanlar.
Kimler
İzlememeli?
# Türlerde geleneksellik yanlısı olanlar.
# Vampir ve aşk yan
yana yakışmaz diyenler.
# 'Gençlik nere, vampir nere, iç içe geçirsen komik
bir şey çıkar' önyargısını taşıyanlar.
Bazı alt türler evrim geçirmeye
müsaittir. Hatta her 10 senede bir, yeni bir şekle girmeyi dahi ihmal etmezler.
Ancak bazıları da öylesine geleneksel kalıplara sahiptirler ki bu tür bir
değişime direnirler. Oldukları yerde kaldıkları gibi, zamanla da 'yenilik'lerini
yitirip geriye doğru gitmeye başlarlar. Örneğin biyografi 40 senedir ilk kez
geçen yıl "Beni Orada Arama" ("I'm Not There", 2007) ile yenilendi. Vampir türü
ise, bu ilk sözünü ettiğimiz her şekle girebilen alt türlerden biri. Bu
doğrultuda da sürekli bir yenilenme hareketi içinde. Ancak genelde bu radikal
filmler, ilk piyasaya çıktığı zamanlar tukaka edildikten 10-20 sene sonra 'vay
be neler yapmış film!' gibi düşüncelere yol açıyor. İşte "Alacakaranlık" da
talihi öyle olan filmlerden...
Vampir filmi, 80'lerden beri
yenileniyor
Öncelikle bütün korku türlerinin bukalemun gibi şekilden
şekile sokulabildiklerini, bu sebeple de ilgi çekici olduklarını belirtelim. Bu
bağlamda hayalet, slasher, gotik, şeytan ve daha nice alt tür de 'yenilikçi
filmler' ile onurlandırılıyor zamanı geldiğinde. Vampir alt türü ise belki
bunların içinde en gelenekseli. Çünkü vampir mitinin temelinde aristokrasi var.
O da ancak 17.-18. yüzyılda aktif olan bir sosyal sınıf. Yani aristokrasinin
temsili olan Dracula karakteriyle ya da vampir prototipini taşlamaya yönelik
motiflerle yürüyor alt tür. Ayna, tabut, sarımsak ve haç; inançsız ve sadece
geceleri sokağa çıkan yozlaşmış aristokratları temsil ediyor. Kont Dracula
karakteri, 19. yüzyılda şatosunda yaşayan bir aristokrat olarak çizilirken,
sanayi devrimi öncesinde dünyanın içinde bulunduğu durumun da bir portresini
çıkarıyor. Daha doğrusu sinemanın ilk döneminde çıkarıyordu. Zira 80'lere
gelindiğinde alt tür evrim geçirdi.
O dönemde, sinemadaki postmodern ve
tür kırması eğilimlerin katkısıyla "Açlık" ("The Hunger", 1983) ve "Karanlık
Bastığında" çekildi. İkisi de alt kültüre, yani hippielerin arasına uyarlıyordu
vampir filmini. Kısacası aristokrasinin yerini, sokakta yaşayan ve maddi
sorunları olan insanlar alıyordu. "Karanlık Bastığında"nın western-vampir
kırması bir yapı kurmasıysa, görsel anlamda da postmodern yapılar sunan bu iki
filmin arasından sıyrılmasına yarıyordu. Yani alt tür o 'gotik' arka planını
tamamen geride bırakarak sıfırdan inşa ediliyordu. 90'ların sonunda ise "Bıçağın
İki Yüzü" sayesinde vampir miti çizgi roman dünyasının içine girdi. Kahraman
karakterinin 'vampir avcısı' kavramının içine sokulması ve vampir-insan melezi
olması, türe aksiyonu soktu. Tabii bunu takiben iyi-kötü arasındaki belirgin
çizgi de, 80'lerde ufak çaplı bir çalkalanma yaşadıktan sonra 90'larda, yüzde
yüz anlamda yıkılıyordu. Zira artık 'vampir vampire karşı' mantığının üzerine
gidiliyordu. 2000'lerde "Karanlıklar Ülkesi" ("Underworld") alt türü kurtadam
alt türüyle buluşturup yeni bir aşamaya sokarken, 2008 tarihli "Alacakaranlık"
ise yepyeni bir postmodern iskelet kuruyor.
Alt türün mihenk taşlarından
biri!
Gerçekten de alt türün sinema tarihindeki milatlarından biri var
karşımızda. Sözünü ettiğimiz filmler gibi önce önemsenmedikten sonra zirve
yapması ise kuvvetle muhtemel. Çünkü klasikleşen ve sinema tarihinde belli bir
rol oynayan çoğu filmin kaderi bu. Farklı bir şey yaparken risk alıp seyirciyi
yabancılaştırdıkları için göze batmak. "Alacakaranlık"ın bu dezavantajı arkasına
alırken esas amacı, vampir alt türünü gençlik filmi ile birleştirmek. Tabii bunu
yaparken de 'dönem filmi'ni, 'canavar filmi'ni (ki vampirler sinemanın ilk
zamanlarında canavar olarak görülüyordu) ya da 'gotik alt türü'nü tepetaklak
etmek. Yani burada gördüğümüz 19. yüzyıl coğrafyasının okul hayatına uyarlanmış
hali. Her şey tanıdık olduğu gibi bir o kadar da yabancılaştırıcı ve farklı.
Filmin yarattığı yenilikçi deneyim ve postmodern hareket de buradan
kaynaklanıyor zaten.
"Onüç" ("Thirteen", 2003) ile takdirimizi toplayan
Catherine Hardwicke, her ne kadar sonraki filmlerinde de 'mavi ton'u öne çıkaran
estetize görsel yapılar kurmayı sürdürse de dramatik anlamda bu görünümün
arkasını dolduramamıştı. Ancak yine de 5 yıl önce "Onüç"te normalde 16 yaşına
uyarlanan 'ergenlik öyküsü'nü 13'üne gelmiş bir karakter üzerinden cesur ve sert
bir söylemle anlatması hâlâ aklımızdan gitmedi. Sonraki dönemde 'gençlerin
öyküleri'ni anlatmayı sürdüren yönetmen, burada aynı eğilimini devam ettiriyor
temelde. Ancak bu sefer arka planını yenilikçi bir romana dayadığı için alt
türde çığır açma başarısını gösteriyor. Tabii bunda kendisinin de yönetmenlik
anlamında katkısı büyük. Zira eğitim sistemindeki tekelleşmeyi vurgulayan renk
skalasının yanına; akıcı bir kurgu ekleyerek tempoyu yüseltmeyi, çarpık açılar
kullanarak ise geriletmeyi ihmal etmiyor Hardwicke. Yani yönetmeni bundan sonra
'iyi projeler'le gelen 'kaliteli filmler'de veya 'kötü projeler'le gelen 'zayıf
filmler'de görme şansımız yüksek. Ancak şimdilik sinema külliyatına bir başyapıt
yazdırmış durumda.
Gençlik filmi ile vampir filmini iç içe
geçiriyor
Öncelikle yapıt, belli ki bugüne kadar vampir alt türünde
yapılmış şeylerin her detayına hakim. Bu doğrultuda da "Nosferatu"dan (1922)
"Karanlık Ülkesi"ne kadar uzanan süreçte izlediğimiz alt tür örneklerindeki her
türlü detayı bir potada eritip yenilikçi bir çözüm üretiyor. Bunun için ise ilk
olarak Rian Johnson'ın "Asi Gençlik"te ("Brick", 2005) kara film ile gençlik
filmini birleştirdiği gibi gençlik filmi ile vampir filmini iç içe sokmayı
tercih ediyor. Tabii 2000'lerde tür kırmaları sıradanlaştığı için, filmin
devrimci yeri tartışılabilir. Fakat buradaki durum tamamen vampir alt türünü
yenilemek ile alakalı olduğundan, bu konuda sıkıntı çekmiyor
Hardwicke.
17 yaşında bir kız olan
Bella'nın
('güzel' anlamına
gelen ismi bile manalı) (Kirsten Stewart), yeni geldiği okulun en yakışıklı
çocuğuna aşık olmasını, klişeleşmiş motifleri de es geçmeyerek anlatıyor film
görünüşte. Ancak bu klişelerin tamamını kullanırken okul atmosferini de gri
bulutlarla sarıyor. Çünkü vampirler güneş olunca dışarı çıkamıyorlar. Bu sebeple
de okul ortamı zaman zaman X-Men serisindeki mutant yetiştiren okulu andırdığı
gibi, aslında güneşsiz ve soluk haliyle de bir yabancılaşma hissi yaratıyor.
Yani alışık olduğu gibi bir 'gençlik gözlemi' yapıyor burada
yönetmen.
Okul hayatında Cullin ailesinin, adeta eğitim sistemindeki
sınıfsal farkları temsil edercesine uzaklarda takılması ve bir bakışla etrafı
yıkabilmeleri –mecazi olarak- ise aristokrasi-proletarya çatışmasının bir
alegorisi aslında. Zira o beyaz benizleriyle diğer insanlardan farklılaşan
vampirler, sürekli herkesten uzaktalar ve yabancılaşmaya araç oluyorlar. Kimse
de onlara yaklaşamıyor. Ancak yine de onların ne olduklarını bir süre
bilmiyoruz. Biz türü yakından takip edenler olarak tahmin edebilsek de... Evleri
ise şehrin dışında. Bu sebeple de aslında "Ferris Bueller'la Bir Gün"de ("Ferris
Bueller's Day Off", 1986) Ferris'in babasının evini hatırlatıyor bizlere. Ama
aslında vampir filmlerindeki şatolara tekabül ediyor. Çünkü buradaki dünyanın
kurallarına göre herkes kasabanın içinde yaşıyor. O ev ise o bölgenin taşrasında
kurulmuş bir motif. Yani filmin özüne baktığımızda gençlik filmlerinde tanık
olduğumuz şeyleri, vampir filmlerinin iskeletinin içine yerleştirdiğini
görebiliyoruz.
Bu füzyonun içine
kurtadam filmi de dahi
oluyor
Ana karakterimiz Bella yine okulun en yakışıklı çocuğu Edward
Cullin'e aşık olurken, bir taraftan da en iyi arkadaşı Jacob'la sadece 'yakın
arkadaşlık' ilişkisi kuruyor. Öyle ki Bella, kendisine aşık olan Jacob'ı asla
bir sevgili olarak görmüyor. Bu klişe aşk üçgenin içinde ise 'ciddiye alınmayan
yakın arkadaş Jacob' kurtadamları temsil eden bir karakter olarak
konumlandırılıyor.
Yani sınıfsal ayrım, kurtadamların bildiğimiz gibi ormanda
doğup yaşadıklarına odaklı. Öyle ki kurtadamlar burada denize yakın yerlerde
doğanın temsili olarak yaşarken, vampirler ormanın sıkıştırdığı bir bölgede
istihdam ediyorlar. Böylece şehir-köy ayrımındaki kadar net çizgiler çizilmiş
alt metinlerde.Zaten filmin arka
planındaki hikayeye baktığımızda da vampirler-kurtadamlar arasındaki kavgada bir
muzakereye varıldığını ve vampirlerin doğa tarafına yaklaşamadıklarını
görüyoruz. Yani anlaşmalarla yürüyen bir Orta Çağ sistemi kurulmuş durumda
burada. Kurtadamlarla vampirlerin yaşadığı evren fikri ise "Karanlıklar
Ülkesi"ndeki mantığın bir devamı aslında. Orada yeraltında yaşayan kurtadamlarla
saraylarda ikamet eden vampirlerin yerini burada alt sınıf-üst sınıf farkı
alıyor. Film de zaten bu mantık ışığında vampirlerin yaşadığı kurmaca bir evren
kuruyor. Belki de yeni bir film modeli yaratmasının esas yolunu da bu eğilim
açıyor Hardwicke'in. Buna istinaden mavi-gri arasında gidip gelen renk skalasını
da zekice kullandığını söyleyebiliriz.
Korku tarihini iyi etüt
etmişTabii hikayenin gidişatındaki bu
zengin-fakir ayrımının yanı sıra, filmin 'vampir' kavramı konusunda da sınıf
atladığını söyleyebiliriz. Öyle ki ev motifiyle korkutan (ki burada ev, saraydan
doğanın içindeki 2 katlı eve dönüşmüş) vampir olgusundan doğaüstü güçlere sahip
vampir olgusuna varan süreçte kahramanlık mantığı da değişmişti.
"Alacakaranlık"ın bu konuda vampir mitine kattıkları ise oldukça yenilikçi. Zira
buradaki vampirlerin ölümsüz olmaları 'genç kalmaları' ile bağdaştırılmış.
Halbuki vampir mitinden bizim daha önce bildiğimiz ya da beynimize kazınan, bu
karakterlerin orta yaşın üstünde oldukları. Bu genç kalma durumunu takiben de
vampir karakterlerin sürekli bir okuldan mezun olduklarını öğreniyoruz. Uzun
lafın kısası burada merkezdeki vampirlerin çoğunluğu 20-25 yaşlarında. Tabii
onların yaratıcısı olarak konumlandırılan Carlisle'ın 40 yaşlarında olması da
dikkat çekici. Ki o da ölü bedenlerden vampir çıkartma gücüne sahip bir doktor
olarak sunuluyor. Bu yönüyle de belli ki Doktor Caligari ve Doktor
Frankenstein'dan beslenerek yaratılmış. Yani buradaki vampir olgusunun temelinde
tam olarak 'Dracula' yok. Aksine Bram Stoker'ın kitabı biraz değerlendirme dışı
bırakılarak yeni bir şeylerin peşine düşülmüş, aynen Neil Jordan'ın ne kadar
başarılı olduğu tartışılsa da "Vampirle Görüşme"de ("Interview With The
Vampire", 1994) Lestat adlı vampirin hikayesini sinemalaştırdığı
gibi...
80'lerde hippie olduktan sonra burada gençlik dönemlerinde
sunulan vampirler, istedikleri zaman vejetaryen olma yetisini de ellerinde
bulunduruyorlar. Yani çağa ayak uydurdukları için insan yemeyen vampirler de
yaşıyor filmin pastiş dünyasında. Bu doğrultuda da daha önceki tür örneklerinde
gördüğümüz; 'dünyada bir sürü vampir yaşıyor, ama hepsi farklı' mantığının
korunduğunu da ekleyelim. Tabii tüm bunların yanında çizgi romanlarda doğaüstü
güçlere sahip vampir karakterlerine, hızlı hareket etme, bir yerden bir yere
çabucak atlama veya parapsikolojik mudahalede bulunma gibi güçler de eklenmiş.
Yani bir "X-Men" kahramanı gibi gözüküyorlar zaman zaman. Böylece sadece
beyinlerden geçenleri okuyabilen ilk dönemdeki klasik vampirlerin üzerine,
"Bıçağın İki Yüzü" ve "Karanlıklar Ülkesi"ndeki postmodern vampirlerin doğaüstü
güç özelliklerinin yapıştırılarak yeni bir ırk yaratıldığını
söyleyebiliriz.
Tüm bunları içine dahil
eden "Alacakaranlık", her dönemden aldığı bir tutamla postmodern bir yapı
kurarak yeni bir oluşumun peşine düşüyor. Zaten isminin de tam olarak karanlık
olmaması biraz da farklı bir kulvarda yarıştığını ispatlayan başka bir unsur.
Tabii vampirlerin mavi-gri gökyüzüne rağmen cildine güneş gelince elmas tadında
bir renge bürünmeleri de, 'öldüren' bir motifi 'korkutucu hale getiren'e
çevirmiş. Filmin sonunda bu romantik-vampir filminin gereklerinin yerine
gelmemesi ise fazlasıyla sevindirici. Zira gençlik filmlerinde veya korku
filmlerinde çokça gördüğümüz 'masum ana karakterin mutantlaşıp evrim geçirmesi'
klişesini uygulamıyor yapım. Belki bundan sonraki üç devam filmine saklıyor
olabilir. Aksine burada gençlik filminin özündeki balo mantığıyla dalgasını
geçmeyi, ana karakterinin durumunu göz ardı etmeyi ve ölüm kavramıyla ilgili çok
katmanlı bir şeyler söylemeyi hedefliyor.
Uzun lafın kısası; 80'lerin
"Karanlık Bastığında"sı, 90'ların "Bıçağın İki Yüzü"sü var ise 2000'lerin de
"Alacakaranlık"ı olacak, orası kesin. Filmin açtığı yoğun alt metinleri, genç
kesim ilgili söylediği önemli şeyleri veya vampir alt türünde yaptığı devrimleri
anlatmak bu satırlarda yazarak bitmez. Zira şu ana kadar dağıldıysanız, 120
dakikalık yoğun bir dramatik yapının içinde de kaybolup parçalara ayrılmanız
olası. Hem de film, aksiyon, romantik, komedi, korku, gerilim gibi birçok türü
içinde bulundursa da bir an bile 'her türü uygulayıp çirkeflik yapiyim' demiyor.
Aksine Hardwicke, hepsini alt türün yenilikçi iskeletine uygun bir hale getirmek
için kafa patlatmış. Örneğin bir beyzbol sahnesinin bu filmde ne işi var diye
düşünmeden evvel filmi izlemenizde fayda var. Çünkü bu çok yönlü başyapıt, en
beklenmedik kavram ya da görüntüyle bile çoktan seçmeli alt metinler
açabiliyor.http://www.sinema.com/makale/2-7263/alacakaranlik-vampir-filmi-evrim-gecirdi