Twilight Fan Türkiye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


twilight, twilight türkiye
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
GooD *
Admin
GooD *


Mesaj Sayısı : 121
Kayıt tarihi : 14/03/09

Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi Empty
MesajKonu: Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi   Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi I_icon_minitimePaz Mart 15, 2009 8:31 am

Bir vampirin bir genç kızla yaşadığı aşkı anlatan 'Alacakaranlık', ait olduğu
türün kalıplarından uzak duruyor. Filmde sarmısak yok, haç yok, ayna yok , hatta
kan yok ama lüks otomobiller, şahane evler, vejeteryan vampirler ve romantizm
var


‘Vampirler de sever’... Bu görüşte yeni bir şey yok, Bram Stoker
ya da Anne Rice sayesinde bu ‘gerçeğin’ farkındaydık. Lakin Stephenie Meyer,
onların aşık olabileceği gibi 21. yüzyılda da var olabildiklerini, eğitime
inandıklarını, aile hayatı kurduklarını, orta yaşlı olanlarının doktorluk gibi
saygın bir mesleği icra ettiklerini, gençlerinin ise liselerde dirsek
çürüttüğünü iddia ediyor. Anglosakson alemlerinde, JK Rowling’in ‘Harry Potter’
serisine alternatif olarak görülen, Amerika’da 7 milyon, tüm dünyada ise 25
milyon (37 dile çevrilmiş) satan Meyer’in ‘Twilight’ serisinin ana ekseni,
vampir-insan aşkı üzerine kurulu. Daha çok sivilceli dönemini yaşayan ya da
henüz atlatmışlara seslenen serinin ilk kitabından uyarlanan film ise, 36 milyon
dolarlık yapım maliyetini, ülkesi Amerika’da vizyon gördüğü ilk günde 36 milyon
dolarlık gişesiyle çoktan çıkarmış durumda.
Lakin 2008 çok net gösterdi ki,
Türkiye’deki sinema refleksleri dünyadakiyle pek uyuşmuyor. Dolayısıyla
‘Alacakaranlık’ adıyla bizde de bugünden itibaren salonlarda ‘görücü’ye çıkacak
olan Catherine Hardwicke imzalı filmin, ne denli tutulacağı ya da popüler
kültürümüzü nasıl etkileyeceği bir muamma. Ama biz yine de işimizi yapalım ve bu
‘vampir serenadı’nı göz atalım...



Vampirlere gelin olasın...

Önce
hikâye... Ayrılmış bir çiftin çocuğu olan Isa‘bella’ Swan, annesinin yeniden
evlenmesiyle Arizona’dan, babasının şerif olarak görev yaptığı Washington’a
bağlı Forks kasabasına gider. Küçükken ayrıldığı bu topraklarda lise eğitimini
sürdüren Bella, çok geçmeden aynı sırayı paylaştığı Edward Cullen’e ilgi duyar.
Lakin Edward tuhaf bir kişidir, güneşli günlerde ortalıkta görünmemekte, daha
çok yağmurlu günlerde okula gelmektedir. Bella için saplantıya dönüşen Edward
da, aslında genç kıza ilgi duymaktadır. Ne var ki bilinçli olarak olası bir
ilişkiden kaçmaktadır. Ve fakat gönül bu, ferman dinlemez, ‘gençler’
birbirlerine açılır ama bu kez de ortaya ‘yaradılış’ sorunları çıkar. Yörenin
saygın ailesi Cullen’lerin üyesi olan Edward aslında bir vampirdir ve ‘insan
kokusu’ karşısında kendisini zor zapt etmektedir. Fakat hislerine yenik düşer.

1918 doğumlu olup 18 yaşında gösteren bu kendi ölçülerinde ‘delikanlı’
vampir, Bella’yı ailesiyle tanıştırmaya karar verir. Aile ise insanlıktan ‘gelin
almanın’ heyecanı içindedir. İki taraf birbirini sever kaynaşır. Fakat yörede
bir serseri mayın gibi dolaşan ve insanlara saldıran bir grup ‘anarşist ruhlu’
vampir, bu aşkın önündeki en büyük engeldir...
Sinemaseverlerin daha çok
2003 yapımı ‘Thirteen’ filminden tanıdıkları eski eski yapım tasarımcısı ve
sanat yönetmeni, yeni ‘rejisör’ Catherine Hardwicke imzalı ‘Alacakaranlık’,
belki iki ana karakterinden birini vampirlerden seçiyor ama filmde sarmısak yok,
haç yok, ayna yok, hatta hatta kan bile yok. Adrenalini, sadece aşk ve sondaki
bir-iki aksiyon sahnesi yükseltiyor. Üstüne üstlük film vampirlerini bile son
derece steril, son derece ‘elegant’ tiplemelerden oluşturuyor. Edward’ın ait
olduğu Cullen ailesi, resmen burjuvazinin vampirleri. Edward, bazen son model
bir Volvo’ya, bazen de bir Aston Martin’e biniyor, oturdukları ‘malikâne’
deseniz, sanki Frank Lloyd Wright’ın ‘Şelale evi’ (ki bunu normal
karşılayabiliriz, çünkü yönetmen Hardwicke, aslında mimarlık okumuş, dolayısıyla
‘yapı’dan anlıyor). Bir başka deyişle Dracula gibi ‘şato’ değil de, modern bir
evde konaklıyorlar. Ayrıca ailenin bir başka özelliği daha var, insan kanı
içmiyorlar. Bir kısmı hayvanla idare ediyor, bir kısmı da ‘vejeteryan’ (Edward,
bu durumu Bella’ya ‘soya’yla beslenmek şeklinde açıklıyor).
‘Alacakaranlık’,
işte bu sınıfsal ayrımların gölgesini düşüremediği (çünkü ortada böyle bir dert
yok), daha çok doğaları gereği aşkları zor gibi gözüken iki (insanın
diyemiyorum, çünkü biri vampir; gencin diyemiyorum çünkü biri 17, diğeri 90
yaşında) mahlukatın hikâyesini anlatıyor.



‘Issız adam’ kokusu

Belki şöyle
bir şeyden bahsedilebilinir; ikili aşk yoluna girer gibiyken Edward’ın
vampirliğinden dolayı ilişkiden kaçmak istemesi ortama hafiften bir ‘Issız Adam’
kokusu yayıyor. Peşi sıra, vampir de olsa Amerikalı ‘Eğitim şart’ diyor. Kötü
vampir üçlüsünden siyahi olanının (ki beyaz kızla erkek aylık dergilerin moda
sayfalarından fırlamış gibiler) nispeten ‘iyi’ olması, öyküdeki ‘Obama efekti’
muamelesi görebilir. Cullen ailesinin, mesela golf gibi bir ‘high society’ sporu
yerine beyzbolu seçerken, konunun altını ‘Ne de olsa Amerikan kültürü’ diyerek
kalınca çizmesi, filme serpiştirilmiş iyi esprilerden biriydi (ki buradaki
beyzbol sahnelerinin, Harry Potter’daki Quidditch adlı o tuhaf oyunu andırdığını
söylemeliyim).
Bu arada Bella’nın platonik aşkı Jacob’a ilişkin Edward’ın
yaptığı, “Seni ne zaman yalnız bıraksam, başına kurtlar üşüşüyor” esprisi de
iyiydi. İlişkinin henüz başındayken Edward’ın, Bella’yı sırtında uzun gövdeli
ağaçların üzerine çıkartıp dolaştırması ve manzarayı seyrettirmesi, insanın
aklına ister istemez Süperman’in, Lois Lane’e Metropolis üzerinde tur
attırmasını getiriyor. Bir farkla; Bella, modern bir şehir silueti yerine sadece
doğayı görüyor. Ama öykü, kendine ait bir mantık üretse de, 90 yaşındaki
Edward’ın ömrü hayatında Rita Hayworth Marilyn Monreo, Raquel Welch gibi
güzellere ‘yazmayıp’ (!), 17’sindeki Bella’da ‘ruh ikizi’ni bulmasına pek
açıklayamıyor.
Oyunculuklara gelince, film boyunca saçlarına elektrik
çarpmış gibi dolaşan Edward rolündeki Robert Patterson, anladığım ve de okuduğum
kadarıyla yeniyetme kızların son gözdesiymiş. Genç İngiliz’in oyunculuğuna
ilişkin ‘ahkâm kesmek’ için henüz erken. Bella rolündeki Kristen Stewart’ı,
‘David Fincher’ın ‘Panik Odası’nda, Jodie Foster’ın kızı olarak küçüklüğünden
beri tanıyoruz. Güzel ve de yetenekli olduğu muhakkak. Bazen gözleriyle oynuyor.
Hardwicke’in ‘Thirteen’inde, hikâyeyi sürükleyen kız olarak tanıdığımız Nikki
Reed ise, bu kez Cullen ailesinin fertlerinden Rosalie rolünde karşımızda.



‘17 yaşında olsaydık belki’

Amerikalı eleştirmenlerden bazıları “17 yaşında
olsaydık ve henüz ilk aşkımızla karşılaşmasaydık, bu film tam bize göreydi ama
şimdi kazık kadar adamlarız ve bu yüzden...” türünden cümlelerle yaklaşmış
‘Alacakaranlık’a. Bir filmi algılarken, severken ya de nefret ederken yaş önemli
tabii ki, ama kendi adıma söylüyorum, Vampirella gibi fettan bir figürle büyüyen
bir neslin ahvadı olarak, bu fazla romantik hikâyenin zaman zaman pembe dizi
sınırlarında gezinen havasıyla, pek de etkili olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama
yine de filmin kendine özgü bir stili ve yer yer çekiciliği de var. ‘Eleştirmen
lûgatıyla’ ifade etmek gerekirse, ‘dört üzerinden iki’.


kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=917278&Date=16.01.2009&CategoryID=120
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://twilightfan.4umer.com
 
Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kanlı Bir Aşk Hikayesi: Twilight

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Twilight Fan Türkiye :: Twilight :: Twilight Hakkında-
Buraya geçin: